Socialize

FacebookTwitter

Tam da Bank of Amerika’nın önünden geçtiğimiz sırada arkadan hızla gelen ve bize çarpmamak için fren yapan otobüsün lastikleri asfaltta ergimişti…Hangisi ve neresi olduğunu bilmediğim karanlık bir kentten kaçış planı yaptığım sırada New York’da olduğumu öğrendim. Üşüyor ve korkuyordum. Yorulmuştum. Yön duygumu yitirdiğimi anladığımda korkum iyice arttı. Belki de yönler değişmişti, bilemiyordum.

Cep telefonu yoktu yanımda. Zaman konusunda kavrama yeteneğimi zorladım ve dillerini anlamadığım insanlar arasında yalnız, tek başına kaldığımı gördüm. Işıklar çok hızlı küçükten büyüğe doğru bir yanıp bir sönüyordu. Büyük ışıklara sıra gelince gözlerimi kapatıyordum.

Kaçışmalı devinimler, arka arkaya düşen gölgelerle koşuşma ritmi ve kulaklarıma ulaşan sesler çoğaldığı sırada, azgın bir denizin kıyıdaki kayalara vuruşu gibi patlayan ve tıslayarak geri çekilen darbe sesleri sıklaştı. Oradan uzaklaşmak için geriye, geldiğim yöne doğru koşmayı denedim.

Karşıdan karşıya geçiş için konulan ışıklarda kırmızı ve sarı renkleri yer değiştirerek bir çakıp bir sönüyordu. Oralarda karşı yola geçmek için davrandım ve sarı ışıklara bakarak yola indim. Ben yolun ortasına indiğimde ışıklar kırmızıya geçmişti.

Kaçış ritmimi sürdürdüm sırada yoğun bir trafik akışına düştüğümü gördüm. Cankurtaranlar, yangın yerlerine yetişmek için siren sesleriyle yolu dolduran cüsseli araçlar, yönü belirsiz bir kargaşayı simgeliyordu. Yolun karşısına geçmekte zorlandım bir süre. Kapılarına dek dolu karanlık otobüsler, karartılmış dönemeçlerde hayalet gölgeleri gibi titreyip ileri geri giderek üstüme geliyor ve tam orta yerde bana çarpacağı sırada yere mıhlanır gibi durma alıştırmaları yapıyorlar sanısınına kapıldım o sırada.

Otobüsün içinde insanlar değil de gölgelerden silüetler çığlıklar atarak ileri fırlamak isteklerini anlaşılmaz mimlerle bana belirtmek istiyorlar izlenimi edindim. İtfaiye araçlarından sarkan hortumlar, yol boyu bir zincir gibi salınan otobüslere su sıkarak yolu temizleyecek gibi kükreyerek geçip gidiyordu o kargaşada yine de.

Birbirlerini ezerek koşuşan ve yumak olmuş insan gölgelerinden yükselen çığlıkları yutan siren seslerine göre yön seçmeye karar verdiğim anda kendimi otobüslerden birisinin önünde buldum.

Ben bu gölgelerden birisi ve hem de tümü olduğumu anladığım sırada otobüs freni patlamış gibi dördüncü vitese geçti. Nereye gidiyor bu tren, diye bir çığlık sesi öteki çığılıkları ve tüm sirenleri bastırdı.

Hep bir ağızdan: tren değil yuvarlanarak giden bir otobüs içindeyiz ve rehin alındık galiba diye öteki yolcular, koro halinde ezberle yetişmiş okul çocukları gibi gürlediler.

Bu gürleyiş gök yüzüne doğru yükselirken, gökdelenler titreyerek sallanıyordu. Yoksa Zeus mü gürlüyor yukarıda diye anlamaya çalıştığım sırada başka şeyler oldu. Yol iyice doldu ve yukarıdan kül yağmaya başladı.

Bank of Amerika’nın önünden sıyrılıyorduk ki, arkadan gelen bir başka otobüs hızla geldi ve öne geçti ve durdu. O sırada vakitsiz çan sesleri mi yoksa minarelerden miktofonlarla çağlayan vakitsiz ezan sesleri mi tam anlaşılmayan tuhaf bir uğultu ayyuka çıktı. Nesnesiz bir uğultuydu bu fakat metalik tınılarla gövdeme giriyor ve oraya yerleşiyordu bu sesler…

Nesnesiz ve öznesiz bu uğultu, bir karabasan imiyle maddesiz bir boşluğun içinden fırlayarak geldi ve üstüme abandı kısa bir süre. Manyetik titreşim içindeydim ve gövdem radyasyonla yüklenmekteydi. Bu manyetik dalgadan çıkamıyordum.

Kuleler çöküyorlar üzerimize diyen, Çinli sürücü otobüsü bırakıp kaçmaya yeltenmek üzereydi.

 

O giderse, bu otobüsü kim çıkarır Manhatten dışına, diyen daha yüksek tınılı başka bir ses çıktı. Böylece bir otobüste olduğumu ve kent dışına kaçmaya çalıştığımı anladım.

Hepimiz birlikte, Çinli sürücünün çevresinde şövalyelere giydirilen zırh gibi kenetlendik. Çinli sürücü iki ileri bir geri vitesi ile yaylanıp yola çıkacağı sırada, yanımızda motoru çalışmayan öteki otobüsten çığlıklar yükseldi.
Anlaşılan o ki, Tam da Bank of Amerika’nın önünden geçtiğimiz sırada arkadan hızla gelen ve bize çarpmamak için fren yapan otobüsün lastikleri sıcak asfaltta ergimiş ve motoru asfalta inmişti. Gölgeler halinde yolcular açağıya döküldüler.

 

Evet! Motoru asfalta çöken ve üstelik eriyik lastikleriyle yolu da çökerten ve asfaltı tutuşturan bu otobüsü görüyordum. Asfalt cayırtılarla yanıyor, üstünde ne varsa tutuşturuyordu.

Gölgeler halinde aşağıya inmiş yolcular, halatlarla ileri doğru sürüklemek, bu alev almış otobüsü çekip hendekten çıkarmak için gayrete geldiler.

Arkadan bir saltanat arabası gibi itilen ve hemen neredeyse bize bitişik bu otobüs bir an kendisini saran alevleri yutarak çalışır gibi tekledi ve motoru harekete geçti. Alevleri yutunca enerjisi geri gelen aküsü dolan otobüs kalkmaya başladı. Yolcular ite kaka yola çıkardıkları otobüse arka kapılardan dalmaya yeltendiler. Nedense arka kapı açılmadı.

Güçleri yetmedi kapıyı kırmaya. Doğu Irmağı ile öteki ırmağın taştığını görüyordum. Yükselen sular Manhattan’i silip süpürüyordu.

Açılan ön kapıdan yeni yolcular ellerinde tarihleri silinmiş biletlerle, akın akın otobüse girdiler.

Bu sırada otobüsü iterek harekete geçiren önceki yolcuların yeniden sıraya girmeleri istendi.

Oysa otobüste oturacak yer kalmamıştı ve çinli sürücü ayağa kalkarak, otobüsü itmek için inen yolculara seslendi. İki saat sonra başka bir otobüs gelecek ona bineceksiniz. Ekledi: yer varsa tabii…

Sevgi, içtenlik.

Tekin SonMez, 26 Aralık 2011, New York New York.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *