New York daha önceleri kristal bir kent imgesi ile yer etti zihnimde.
Bugün durum böyle mi, değil mi?
Rüyalarla karılmış kristal bir beden gibi, ışıktan geometriler, kristal piramitler kenti Manhattan dedim yirmi beş yıl önce ilk geldiğimde.
Sayıklar gibi söylenerek; neden bu denli geç geldin, dedi geceleri rüyalarıma giren bu kent.
Soğanlı Dağlarını aşan bir yolda devedikenleriyle dizleri soyulan annesiz, yalnız ve kimsesiz çocuk uzun/ince köprülerden geçti ve yine de burada işte, dedim.
Adı New York, New York diye yüz yıl önce pastoral bir adada doğan ve bir kızılderilinin uçkun çocukluk rüyalarıyla yaşayan Manhattan sonunda bağrına bastı beni.
Sonra araya tuhaf bir duvar gibi elde olmayan engeller konduruldu. Geciktim ikinci kez ve bu kent için verdiğim sözü yerine getiremedim. Sonunda bir şey daha oldu.
Işıyan duvarlarıyla her gelişimde beni düş dünyasına sürükleyen bu kent, bu kez nerede diye sordum.
Kara bir galaksi benzeri kendi içine akaduran bir gizem sarnıcı gibi, bu kent bu kez şaşkınca karşıladı beni.
Ne oldu, dedim. Evet bu kez böyle oldu, dedi. Boynu derince ısırılmış gibi soluk almada zorlanıyordu.
‘Işıktan geometriler, piramitler kenti..’ sanki gitmiş de…
Bakın işte ilk haber! İki yıl önce: Burada değişen hiç bir şey yok, demişim. Oysa bu kez farklı bir şey var! İlk haber, değişen çok şey var, diyeceğim.
Geometriler gizemciliği ışıktan sırlı labirentler, simgeler, metaforlar dünyası ile bakın işte şimdi, şunca yıl sonra yine yüz yüze geldim, diyeceğim sırada, bir de baktım ki karanlık saçan bir göktaşıyla geriye dönmüştü uzun gece.
Bir yaprak gibi arada sıkışıp kalmamak için koşuyordum.
Mannhattan tutma beni, yapacak başka işlerim var, dedim.
Evet kentten dışarı çıkmak istedim ve Çinli korsan otobüslerde o sıra oturacak yer verilmedi. Çince konuşan çok genç, ufak tefek uzun yüzlü, incecik bir adam, İngilizce konuşan iri yarı yolculara, iki saat sonra bir otobüs daha gelecek ve orada yer varsa sizi alacak, ne var bunda, sakince bekleyin, olmazsa bir sonrakinde yer olur, diyordu.
Sanki dünyanın batış filmi yaşanıyor, yoksul insanlar büyük kaçış için ucuz otobüslere koşuyordu. Evet, otobüste tek sürücü vardı ve o da Çince konuşuyordu.
Biletlerini önceden almış oldukları halde, otobüste yer bulamayan amerikalı yoksul yolcular, otobüsün camına taş vurarak, paramızı geri ver, diye bağırıyor ve otobüsün hareketine engel oluyorlardı.
New York denilen, Manhattan diye ünlenen kenti, tıka basa dolu Çinli korsan otobüslerle mi terkedecektim… Ne tuhaf hazır olmadığım bir ikilem gibi bir siren bu. Şöyle bir siren!
Hem de yaşamımda gecikerek geldiğim bu kentten, üstelik yazmaya söz verdiğim şeyleri yazmayarak, şimdi bu kenti acıyla terk edişimi hoşnutlukla yazmam isteniyor benden.
Hem de üstelik İsa’nın doğduğu bu 25 Aralık gününde…
Sevgi, içtenlik.
Tekin SonMez, 25 Aralık 2011, New York New York.