Socialize

FacebookTwitter

Puşkin ile başlayan ‘edebiyat’ın cesareti Erzurum, Sultan Sekisi’ni de içine alan Soğanlı Yaylaları’nda: On ikinci yazı

Bu konulara uzak olanlar, tuhaf bir şey, bana uzaktan soruyorlar.

Ne oluyor orada? 14 Temmuz 2011, üçüncü gün bugün, Bardız’dan canlı yayın yapıyor yazarımız.

Canlı yayın yapıyor ve bir olgu düzeyinde bu öykünün toplumsal kaynaklarını arıyor.

Olayların arkaplanına girmeden, toplumsal olsun bireysel olsun tarihsel olsun algıda zorlanırsın, diyor bana.

Ne yapabilirim? Söylence Berlin, BenAras romanlarının yazarı olarak ne yapabilirim…

Tutacak bir yer arıyorum ben de aslında. Hani sıcak kestane derler, eline alamazsın.

İsveçliler ve Almanlar buna, sıcak patates derler, eline alamazsın kabuğunu soymak için.

Sıcak kestane de böyledir. Onlara diyorum ki: Her öyküde olduğu gibi bunun da bir başlangıcı var.

Sarıkamış doğumlu bir cerrah var bu öykünün kahramanlarından.

Mesleğinde tanınmış, ününü yurt dışına çıkarmış.

İleride neler olursa olsun, evet bu öyküde yer alan karamanlardan birisi o.

Erzurum doğumlu saygın bir hukukçu da var. O tarihlerde Erzurum Kalkınma Derneği Başkanı.

Tanınmış, ününü yurt içinde yaymış, kitlesel tabanına kendisini saydırmış, bu öyküde yer alan kahramanlarından birisi de o.

Bu ikili ardılı, öteki kahramanlara döneceğim. Bu ikili yakın alanda koşmaya başlamışlar farkında olmadan.

Saygın avukat ve Erzurum Kalkınma Derneği Başkanı yılda bir kez, Sultan Sekileri Şenliklerine hız vermiş, önder olmuş.

Buna arkaik şamanizm kalıntısı ya kalıtı bir doğa panayırı da denilebilir, biraz da içrek doğaçlama bir hareket düşünün siz.

Erzurum’da saygın hukukçu bu etkinliği her yıl kitlesel bir şölen gibi alır.

Sarıkamış doğumlu cerrah, Soğanlı çevresinde baharda yapılan “Çakır Baba” ziyaret etkinliğini alır.

Usunda, çocukluk algı dağarında; “Sarıkamış Şehitliği” diye bir imgelem de var.

Soğanlı Dağları her bahar doğa şölenine sahne olur ve on binlerce “kefensiz ölü” için mezar yeri olarak bilinir.

Burası ünlü Puşkin’in 1828 yılında, Çar Aleksandr Orduları ile geçtiği yerdir.

Kars Platosu’nun batı yakası tabanıdır.

O yıllarda bu ordular Erzurum’la yetinmemiş Bayburt’a dek sınırları aşmış.

Ele avuca sığmaz, uzun ve kapsamlı bir savaş tarihi öyküsüdür bu.

Anlatının başında andığım saygın hukukçu ile ünlü cerrah, ele avuca sığmaz kişlikleriyle işte bu mekanda tanışırlar.

Birisinin altbilincinde Sarıkamış Şehitliği ve “Çakır Baba” yıllık bahar etkinliği vardır.

Diğeri ise simgeleriyle, şöyle ki, Erciyas’da oba kurup bulgur pilavı şölenlerini çağrıştıran bir hareket noktası alır.

Bu ikili aynı doğal ve yerleşik kaynaklardan yola çıktıklarında, ister istemez karşılaşırlar.

Şöyle bir imgelem! Benzer yöne doğru akan iki ırmak bir yönde birleşince ne olur?

Güçlü olan akışa hız verir ve tüm kütleyi sarar.

Bardız ve çevresinin “Çakır Baba” etkinlikleri boşalan köyler, göç nedeniyle unutulmuştur.

Öykünün iki kahramanı işte bu doğal örtüde karşılaşırlar.

Tarihe yön veren, efsaneleri doğuran anlatıların bir çoğu bu kaynaklardan alır gücünü.

Efsaneler çokluk yiğitlik, kahramanlık, yenilmezlik üzerine kuruludur.

Puşkin’in “Biyelkin’in Hikayeleri”nde yiğitliğe bağlılıkla sarılmaların temelinde bu kahramanlık, yenilmezlik ögesini açık seçik buluruz.

Kitlesel hareket bu yönde sarılır efsanelere. Bu durum hemen dünyanın her yerinde geçerlidir.

Fakat Puşkin ve anlatısına özne yaptığı olaylar, Osmanlı ile savaşa tutuşan bir ordunun arkaplanındaki tutku ve yiğitlik idollerini de verir.

Bunlar bizim toplumda da geçerli olur.

Sarıkamış Efsaneleri’ne baktığımızda, doğaya karşı savaş vermiş ve doğa içinde erimiş on binler görürüz.

Doğanın gücü ile uzun uykuya dalmışlar, klasik yiğitlemelere aykırı yerde unutulmuşlardır.

Bu olaydaki en zorlu paradoks, şöyle ki açmaz şuradadır: Savaştan yana mı barıştan yana mı olacaksın?

Öykü kişilerinden ünlü cerrah Irak Savaşı’nı kınayan gazete ilanları verir, “Sarıkamış Şehitleri”ne sarılır.

Düz mantıkla bu olaya baktığımızda bir çelişki sanısı edinir insan.

Özde barışçı tutum vardır burada.“Sarıkamış Şehitleri” konusu, savaşın zalimliğini sergiler ve savaşa karşıt bir imgelem de içerir.

Sarıkamış doğumlu ünlü cerrah Bingür Sönmez ile Erzurum doğumlu tanınınmış saygın hukukçu, Erzurum Kalkınma Derneği Başkanı Nejat Bölükbaşı işte böyle ikinci ortak bir payda üzerinde karşılaşırlar.

Yeni efsaneler yaratılırken ağıtlar ve koçaklamalar değişmez, kahramanlıklar giyit değiştirir.

Savaş karşıtı bu etkinlik, Çakır Baba’da, Soğanlı Dağları’nda, 9 Temmuz 2011 günü yaşanır.

Bu satırların yazarı da oradadır. Sarıkamış doğumlu Bingür Sönmez ile Erzurum doğumlu Nejat Bölükbaşı’nın orada kucaklaşmalarına tanık olur yazarımız.

Olayın bir başka ilginç yanı da Rus orduları ile tanık görevi alan sefere katılan Puşkin’dir.

Tam da bu satırların yazarının Bardız’da, Soğanlı eteklerinden haber yaydığı bu günlerde, Puşkin buralardan geçmiştir.

14 Temmuz 1828’de: “Savaş bitmiş görünüyordu, dönmeye hazırlanıyordum.” Aynı gün:“Erzurum’da halk hamamına gittim,” der. 19 Temmuz’de Kont Paskeviç’le vedalaşır. General Burtsov’un Bayburt dolaylarında vurulduğu yolunda acı haber gelmiştir.

“Cesur Burtsov’a yazık oldu,” diye not düşer Puşkin. Şunları da eklemeden geçemez.

“Bu olay, yabancı topraklara derinlemesine girmiş, ilk başarısızlık söylentisinde ayaklanmaya hazır kinli bir halkla sarılmış az sayıdaki bütün kuvvetlerimiz için de felaket olabilirdi.”

Bu betimlemeden sonra Puşkin güncesine yazar: “Kont, bana bundan sonraki olayları görmemi önerdi. Ama ben Rusya’ya çabuk dönmek istiyordum.”

Puşkin yine Soğanlı Dağları’nı, bugün bu satırların yazarının haber yaptığı toprakları geçerek geri döner.

Her iki taraf için de acı çeken, Türk yaralıların yardımına koşan, Puşkin acıya tanık olur ve paradokslara daha fazla dayanamaz.

Bir yazar için çok farklı bir konudur savaş. Paradokslarla dolu, dikenli tellerle sarılmış, acı veren, insanı sarsan bir olgudur savaş.

Bu satırların yazarı da yaşanan günlere ve yeryüzündeki tüm insanlığın unutulmaz ortak acılarına tanıktır.

Daha özü onun tanıklığında yazıdır tanık olan, söz değildir.

“Neden buradasın, buralarda ne arıyorsun,” diye soran meraklılar, bakalım ne düşünecekler bu kez.

Sadece öldürenlerin yiğit oluşu değil, ölenlerin de yiğit olduğu bir dünyadayız artık.

Romantik sayılsa bile “Silahlara Veda” diyen antisavaşçı bir harekettir bu hem de.

Homer Destanları’nda, öldüren Akhilleus değil, öldürülen Hektor için yas tutar Homeros ve ağlar için için.

Tüm destan neredeyse bu ölümün tanıklığını yapar ve ölümsüzleştirir Azra Erhat’a göre.

Savaşın dehşetini gözler önüne seren en etkin yazınsal metinler edebiyat ürünleridir.

Şimdi bu satırların yazarı neden buradadır?

Soğanlı Dağları’nda silahlarını doldurmaya vakit bulsalar da; ayaklara postal, sırtlara kaput almadan kışa, zemheriye, tipi ve borana tutsak olmuş gepegenç Hektor benzerleri bu topraklarda yatıyor.

Onlar öldürmedikleri için kahramandırlar bugün.

Romantik olmayan; öldüren için de, ölen için de kaleme alınmış, ağlayan fakat göz yaşlarını göstermeyen, kalıcı yazınsal metnin acı tanıklığıdır bu.

Bakın nereden yola çıktık, nereye geldik…Yolu mu yitirdik? Sanmıyorum…

Sevgi içtenlik…

Tekin SonMez, 13 Temmuz 2011 Bardız, Şenkaya, Erzurum

Yazı ve fotoğraflar; Tekin SonMez

One Response to Puşkin ile başlayan ‘edebiyat’ın cesareti Erzurum, Sultan Sekisi’ni de içine alan Soğanlı Yaylaları’nda: On ikinci yazı

  1. Selma Aslan Reply

    14/12/2014 at 6:12 pm

    Sayın Sönmez,

    1. Dünya Savaşı Kafkas Cephesi çarpışmalarının bir aşamasında Osmanlı ordusunun çekilebilmesi için 3.000 çocuk ve yaşlının Soğanlı dağında Rus ordusunu oyaladığı ve sonunda donarak öldüklerini okumuştum bir web sitesinde. Şimdi o siteyi arıyorum ama henüz bulamadım. Bu konuda bilginiz var mı acaba? Böyle bir destanı bizim halkımız nasıl bilmez, nasıl sahip çıkmaz? Yoksa okuduğum bir masal mıydı?

    Dostlukla

    Selma Aslan

Leave a Reply to Selma Aslan Cancel reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *