Socialize

FacebookTwitter

Sahaflar Tarihi diyoruz! Tarih serüveni kesik bir yerden ötekine atlamaz. Uğur Bey söyleşisi

Beyoğlu sahaflar tarihine daha yakın bir yerdeyiz. Salt sahaflar da değil, Beyoğlu insan ve kültür tarihi de burada. Gerçekten de bir hazine üstündeyiz. Aralık, 2009’da başladığımız kitap sahaf Beyoğlu arkeolojik kazılarında bir bulgudan ötekine yürüye iz süre buraya geldik. Zincir halkaları diyorum, işte bu nokta da güçlendi.

İki gün önceki yayında kırk yıllık sahaf Uğur Güracar söyleşisinde hazinelerden, definelerden söz ettim. Kırk yıllık sahaf sözüne aşağıda açıklık vereceğim.

Talya Nomidis, 1984’te dükkanını gedikli müşteri ve müdavimlerinden Uğur Güracar’a devreder, bir belge. Bu belgede ‘gedikli müşteri ve müdavim’ sözcükleri var.

Bu ne demektir? Tarih serüveni kesik bir yerden ötekine atlamaz. Bir şeyin içinde sürer oluşan öteki süreç. Bu bireylik de olur kitlesel de. Bireylik, öteki bir bireyin yaşamı içinde yoğrulur. Zincirin halkaları bireylik sarmalında iki, üç, beş vb. kez farklı yerlerden her iki bireyi de dokur. Dokur, dokumak eylemliği düpedüz. Kilim dokumak diyelim.

Güracar, farkına varmadan belki, Talya Hanım’ın öğrencisi olmuştur. 1984’te dükkanını müdavimlerinden Uğur Bey’e devreden Talya Hanım, o gün 29 yaşında olan Uğur Bey’in oraya her gelişinde ve belli bir süreç boyunca, bu genç adamın bireyliğini inceden inceye dokumuştur. Karşılıkllı bir oluşumdur bu, fakat güçlü olan ötekini etkiler. Böylece, eksik ‘kırk yıllık sahaf’ sözü doğrulanır. Sahaflar tarihi diyoruz. Yaşanan dönemi paylaşanlar arası rekabeti biliyor muyuz?

Yazarlar, ressamlar böyledir. Çağdaşlarını görmemek ve onları göstermemek bu ülkede bir gelenektir de. Bunu neden söylüyorum! Nomidis, Nomidis diyoruz da, onun nerede doğup yaşadığını, geride ne bıraktığını biliyor muyuz?

Aralık 2009’da başladığım kitap sahaf Beyoğlu arkeolojik kazısında, yoğun kazı yapan yorgun arkeologlar gibi ancak ve güç bela Nomidis dükkanına daha dün geldim.

Talya Nomidis diyoruz, Uğur Bey diyoruz, bunların bireylik tarihleri ile oluşan sahaflık tarihimizi göremiyoruz. Bu olay Uğur Bey olayı değil, Beyoğlu sahaflık ve kültür tarihidir. Talya Hanım neden önemlidir? Babası olduğu için değil, Beyoğlu sahaflığının en güçlü halkası Miltiyadis Nomidis’in kültür varlığı olan sahaf dükkanını sırtlanmış ve bir bayrak yarışı gibi getirip yeni bir koşucuya bu bayrağı gururla ve onurla vermiştir.

Böyle ise zincirin tümüne bakacağız. Arada zayıf halkalar, güçlü taşıyıcı halkalar var. Nomidis ailesi en güçlü halka. Uğur Bey bu en güçlü halkaya takılmış. Beyoğlu insan ve kültür tarihi burada ve bir hazine üstündeyiz,’ dedim.

Şimdi bu vargımın adresi çıktı ortaya. Diyeceksiniz ki bundan ne çıkar, birkaç ayrı şey çıktığını bu kısa deneme ile gördük. Sahaflar tarihi, bireylik tarihi değil, Beyoğlu insan ve kültür tarihidir ve böyle olduğu için bireylerle yükselen bir hazinedir. Söyleşiyi izliyoruz.

Sevgi içtenlik…

Tekin SonMez, 20 Ağustos 2011, Pera, BeyoğluUğur Bey, sahaflıkla ilgili bir alana geçersek, sahaf neyle ilgileniyor ya da sahaf nasıl oluyor?

Sahaf eski kitapla ilgilenir, sahaf tabii Arapça bir kelime. Sahaf, sahifeden geliyor, malum. Kitap, yani.. kitap, sahifeler.. çünkü eskiden, kitaptan evvel sayfalar vardı, yapraklar vardı, bilmem.. formalar vardı. Filan falan.. papirüsler falan, böyle, ordan.. sahifeden gelen bir şey. Sahaf, sahifeleri toplayan filan bir adam belki bilemiyorum, o da olabilir. Yani bunlar somut bilgi değil, bir yerden aldığım. Ama düşünüyorum, neden kitap, çünkü kitap da Arapça, sahife de Arapça. Neden sahaf, çünkü sahaf, eski yeni ayırt etmeksizin kitapçının karşılığı uzun yıllar, yani yüzyıllarca daha doğrusu. Arapça kitapçı diye bir kavram yok, sahaf diye bir kavram var. Kitap satan insan sahaf, çünkü o zamanlar zaten matbaa diye bir şey de yok, el yazısı mel yazısı.. bu el yazısı olan şeyler sonuçta ya 200 sayfa ya birkaç forma vesaire vesaire… yani çok sahifeyle ilgili bir dönemden gelen, çok eski bir kavram, sahaf. Bugünkü anlamıyla eski kitapla uğraşan adam demek.

Sahife, sahaf sözcüklerinden dil konusuna döneceğim. Bir önceki söyleşide ‘..belki yüzde doksanımız Roma, Bizans da değil, Roma.. ve Uğur adı Roma’dan gelen isim, Roma lisanında bir keşiş aslında,’ dedin. Roma’nın lisanı Latince değil mi?

Latince, Latince. Roma lisanı tabii Latince. Bizim burda hayatımızın bir çok şeyi Latince ve biz bunun farkında değiliz. İsimlerimiz, otlarımızın ismi, hayvanlarımızın ismi.. o kadar çok şey var ki, Latince. Bu ülke böyle biz bu referanslarımıza doğru gitmeye kalktığımızda, önümüze tabii korkunç şeyler çıkıyor. İşte bu Türkistan sentezleri, malum hikayeler. Bu ülkede Türk de var Hıristiyan da var, her şey var. Zaten bu ülkenin özelliği ve güzelliği ve zenginliği burda. Fakat arkamızı döndüğümüz zaman, bu işin Roma’sına, çok şey kaybediyoruz, öyle böyle değil yani çok şey kaybediyoruz. Çünkü sonuçta bu topraklardaki Müslüman gelenek, 1071’den ya da 1000’li yıllardan itibaren diyelim, öbür taraf milattan önce 3000’den başlıyor. Şimdi.. işin matematiği de böyle bir şey.

Sürecek…

Söyleşi: 12 Ağustos 2011, İstanbul, Beyoğlu

Fotoğraflar: Feryal Özkale Sönmez

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *